

Uğur Dündar’ın son günlerde X platformunda yaptığı paylaşımlar, gazetecilik açısından ibretlik bir görüntü verdi. Uğur Dündar’ın ;
“Kılıçdaroğlu’nu desteklemek kepazeliktir” sözleri, yalnızca Kemal Kılıçdaroğlu’nu değil ,13 yıl boyunca aynı desteği vermiş olan CHP yönetimini, milyonlarca seçmeni ve seçimde oy kullanan Türkiye seçmeninin yüzde 48,54’ünü de “kepazelikle” itham etmektedir.
Dündar’ın kendisini “kepaze” olarak görmesi kendi tercihidir, ama halka ve CHP seçmenine yönelik bu küçümseyici sözler için kamuoyundan özür dilemesi şarttır.
Bugün 81 yaşındaki Uğur Dündar, özellikle 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana, Kılıçdaroğlu karşıtı bir pozisyona yerleşmiş ve açık biçimde muhalefet içi “yandaş gazetecilik” örneği haline gelmiştir.
Aslında mesele yalnızca Uğur Dündar değil. Asıl sorgulanması gereken, hangi siyasal düzenin gazeteciliği “yandaşlığa” mahkum etmesidir. Bir gazeteci, ister iktidar ister muhalefet tarafında olsun, bir siyasetçinin propaganda aracına dönüştüğünde hem demokrasi hem toplum kaybeder. Tarafsızlığını kaybeden gazeteci, itibarını da kaybeder.
Yandaş gazeteciliğin kurumsal bir hal alması AKP döneminde oldu. Erdoğan kendi medyasını yaratırken, toplumu kutuplaştırmayı da medya düzeninin temeline koydu. Bugünse benzer bir pratiği maalesef muhalefet cephesinde görüyoruz.
Ekrem İmamoğlu, 2019 İstanbul seçimlerinden aldığı cesaretle Cumhurbaşkanlığı hevesini bir plan dahilinde yürüttü. Bu planın en önemli ayağı, belediye kaynaklarıyla bir “muhalif yandaş medya” inşa etmekti.
İBB iştirakleri Kültür A.Ş. ve Medya A.Ş.’nin ihaleleri, doğrudan hizmet alımları ve reklam anlaşmaları dikkatle incelendiğinde, belediye bütçesinin medya ilişkileri için nasıl kullanıldığı açıkça görülür. Erdoğan’ın uçakta yaptığı gazeteci buluşmalarını, İmamoğlu Karadeniz mitinglerinde otobüsünde yaptı. Yurt dışı gezilerine götürülen gazetecilere yapılan yüksek harcamalar, hatta “harçlık” söylentileri bile kamuoyunda ciddi tartışmalara yol açtı.
Bugün asıl tartışmamız gereken şey, tek tek gazetecilerin tavırları değil; “sol değerleri” savunduğunu iddia edenlerin, iktidarın yöntemlerini kopyalayarak medyayı propaganda aracına dönüştürmesidir. Bu noktada gazetecilik meslek örgütlerinin sessizliği de ayrı bir sorun. İlkesizliği yapanı uyarmakla basın özgürlüğünü savunmak arasındaki farkı göremeyen, çürümeye göz yuman bir yapı ile nitelikli bir medya düzeni kurulamaz.
Uğur Dündar’ın bugünkü hali, sadece bir gazetecinin tarafsızlığını kaybetmesi değildir. Aynı zamanda Türkiye’de siyaset ile medya arasındaki kirli ilişkinin muhalefet eliyle de nasıl kurumsallaştığının göstergesidir.
Ekrem İmamoğlu, “sol değerleri” temsil ettiğini söylerken, iktidarın yöntemlerini taklit ederek belediye kaynaklarını kişisel siyasi kariyeri için bir medya ağına dönüştürmüştür. Böylece basının yozlaşmasına katkıda bulunan bir aktör olarak tarihe geçmiştir.
Bugün yandaş gazetecilik yalnızca iktidarın değil, muhalefetin de eliyle toplumu zehirleyen bir düzene dönüşmüş durumda.
Bu düzene karşı yüzleşme sağlanmaz, gazetecilik yeniden halkın sesi ve vicdanı haline getirilmezse, demokratik bir geleceğe ulaşmamız mümkün olmayacaktır.
Zira kişiliksizleşen, kimliksizleşen bir gazetecilik ne halka yarar sağlar ne de demokrasiye. Gerçek çözüm bağımsız, ilkeli ve kamusal yararı önceleyen gerçek gazeteciliği yeniden inşa etmektir.
Emin Vahap Şimşek
25/08/2025